5 Nisan 2012 Perşembe


Neden bu kadar çok tüp bebek merkezi açıldı sanıyorsunuz?
Mine Şenocaklı - msenocakli@gazetevatan.com
Limona, portakala, domatese verilen olgunlaştırmayı durdurucu hormon yüzünden! Çiftçi diyor ki, “On dönüm limon bahçem var. Ama hepsinin aynı anda olgunlaşmasını istemiyorum. Bazı ilaçlar var, bunları atıyorum, ürünün olgunlaşmasını durdurabiliyorum.” Dolayısıyla çiftçi dönüm dönüm toplayabiliyor ürünü. İyi de, bir şeyin olgunlaşmasını ilaçla durdurduğunuz zaman bunun içinde illa ki bir kalıntı kalır. O kalıntı insanda da olgunlaşmayı durdurucu etki yapar. Ne olur? Spermler olgunlaşamaz, yumurta olgunlaşamaz. Dolayısıyla bir üreme sorunu, kısırlık ortaya çıkar. Yani biz hastalıkları kendi ellerimizle yaratıyoruz!

- Hocam, dünkü bölümde “Bu yoğurtlar artık neden ekşimiyor diye araştırmaya başladıktan sonra, tarım ilaçlarıyla ilgili bir inceleme yapmak gerektiği ortaya çıktı” demiştiniz. Peki ne buldunuz?

Bir kere bu konuyu doğrudan inceleyemiyorsunuz. Türkiye’de iki şeyi çok doğrudan inceleyemezsiniz zaten; tarım ilaçlarının analizini yapmak çok zordur. Kalıntı analizini yapmak ise ihtisas laboratuvarı gerektirir. Ağır metal analizi yapabilirsiniz, onun metodu daha kolaydır. Ama tarım ilacı dediğiniz zaman ihtisas analizi gerekiyor. O analizi yapabilen laboratuvarlar da bunu bir ücret karşılığı yapıyor. Ne kadar örnek götürürseniz o kadar büyük maliyetler çıkıyor. Onun üzerine ben de, “Acaba Türkiye’de yapılmış doku kalıntı çalışması var mı?” diye baktım. Zaten mesele de oradan çıktı. Bir pazar günü Google’a üç anahtar kelime girdim, “Doku, pestisist ve Türkiye” diye... Bu üçünün karşılığında Türkiye’den yapılmış en az 15 araştırma çıktı. Bu araştırmalar Türkiye’de değişik illerde yapılmış. Bunların içinde Maraş da var, Manisa da var, Ankara da var. Mesela anne sütleri üzerinde araştırma yapılmış. “Tarım ilacı kalıntısı var mı?” diye... Ayrıca ameliyatlar sırasında insanlardan yağ dokusunu alıp, tarım ilacı kalıntısı var mı diye analiz etmişler.

- Yani anne sütünde ve insanın yağ dokusunda tarım ilacı kalıntısı olup olmadığına bakmışlar?

Evet... 1985’den itibaren her iki yılda kapsamlı bir araştırma yapılmış böyle. Bu araştırmaların büyük bir kısmı başlangıçta DDT ile ilgili. Sonra DDT yasaklandı. Ama kullanım devam etmiş, bu aşikâr...

- DDT, bildiğimiz böcek ilacı değil mi?

Evet. Zamanında bunlar sıtma kontrolünde kullanılan ilaçlar.

- Araştırmaların sonucunda ne çıkmış?

Hepsinde bir pozitiflik var. Yani, tarım ilacı kalıntısı var. Belli ki biz bu ürünleri yemişiz ve dokuda kalmışlar. 

- Ne miktarda yersek dokuda kalıyorlar?

Ne miktarda yendiğinden ziyade, sürekli yiyor olmak önemli. Bu tarım ilaçlarının çoğu yağda çözünür ilaçlardır. Bu yüzden yağ dokusunda kalırlar. Yağ dokusunda kaldığı zaman da birikicidir. Uzun süre vücutta kalır, atılmaz, yıkılmaz ve birikmeye başlar bu kalıntılar. Birikmenin de olmasının ana gerekçesi, bu tarım ilaçlı gıdaların sürekli olarak yenilmesi. Arkasından Karadeniz’deki ırmak açılışlarındaki ekosistem incelendiğinde de sonuç aynı çıkmış. Orada yaşayan tüm canlıların dokularında, insanlar da dahil, tarım ilaçlarının kalıntılarına rastlanmış. Ben bunun üzerine, “Türkiye’den tarım analizleri: Zehirleniyoruz” diye bir yazı yazdım. O sabah Tarım ve Köy İşleri Bakanlığı Müsteşarı Vedat Mir Mahmutoğulları aradı. “Efendim, biz tarım ilacı kullanımına çok dikkat ediyoruz. Şimdi pulverizasyonla ilaçlama yapıyoruz” dedi.

- Pulverizasyon nedir?

Yani yukarıdan uçaktan ilacı tarlaya atmaktan değil, tarlanın içinden, en yakından ilacı atmaktan bahsediyordu. Bunlar olumlu şeyler ama denetim yeterli değil. Dedim ki, “Sayın Müsteşarım, lütfen siz bize analizlerde neye baktığınızı, neyi bulduğunuzu söyleyin ki bize bir fikir versin, en azından biz hastalar açısından bulunduğumuz durumu bir analiz edebilelim.” Aksi takdirde bu bir bilinmezlik noktası. Ama dediğim gibi bu 15-16 çalışma, bilimsel çalışma, oralardan belli sonuçlara gidebiliyoruz.

- Yapanlar kimler?

Hepsi Türkiye’den... Hacettepe Üniversitesi de yapmış, Akdeniz Üniversitesi de, Çukurova Üniversitesi de... 2010’da Ağustos ayında yayınlanmış bir çalışma var mesela. Adana’da morgdan doku örnekleri almışlar. Adana’da vefat etmiş insanların doku örneklerinin bütününde tarım ilacı kalıntısı var. Orası tarım havzası. Akdeniz Tıp Fakültesi Onkoloji Bölümü’nden arkadaşlarla konuşuyoruz. Diyorlar ki, “Bize en çok hasta Kumluca bölgesinden geliyor.” Çünkü Kumluca da tarım havzası. Dün de söylemiştim; iki yıl önce Akdeniz Üniversitesi Onkoloji Bölümü’ndeki arkadaşlarımız Sağlık Bakanlığı ile ortak bir toplantıda bunu dile getirdiler. “Lenfomalar ve kemik iliği kanserlerinin çoğu Kumluca’dan geliyor” dediler. Kumluca sadece Antalya’nın değil, Türkiye’nin de en önemli tarım üretim merkezi. Bir çiftçinin bizzat bana anlattığına göre, çiftçi tarım ilacını uygulamanın yöntemini de bilmiyor. Tarım ilacı poşetini açıyor, eliyle, havaya, ağaçların üzerine doğru fırlatıyor. Avucuyla, nereye, ne kadar konarsa...

- O sırada kendisi de soluyor...

Tabii... Ağaçtan, fideden önce kendisi alıyor tarım ilacını. Şu anda çiftçilerin arasında ciddi bir kanser sorunu var zaten. Mesela ben buğdaya atılmıyordur herhalde diyordum. Ama öğrendim ki daha buğday ekilmeden, toprak ilaçlanıyormuş, arkasından da üç-dört sefer ürün ilaçlanıyormuş... Aynı şey mısır için de, meyve bahçeleri için de yapılıyor. Bu GDO ile ilgili meseleyi tartışırken, “Bebek mamasında GDO var mıdır, yok mudur” diye dünyanın en önemli bebek maması üreticilerinden birisiyle konuştuk. Türkiye’deki en büyük üreticiler ve bu konuda hakikaten çok hassaslar. “Zamanında, Türkiye’den kaşık maması yapılmak üzere yurtdışına ürün gönderelim istedik. Bizim de Türkiye’nin ihracatına bir katkımız olsun diye... Beş ürün seçtik; armut, şeftali, üzüm, böğürtlen ve elma... Anlaşmalı üretim olarak çiftçilerle anlaştık. Şu koşullarda üreteceksiniz, tarım ilacını ancak şu koşullarda kullanacaksınız diye... Sonuçta ürünü aldık. O beş üründen sadece elmaların üçte ikisi kabul edildi, geri kalanların hepsi geri gönderildi” dediler. İnanılır gibi değil ama üzerlerindeki kalıntı miktarı izin verilenin bin kat üzerinde çıkmış.

- Anlaşmalı üretim yapıldığı halde?

Evet. Nakit para veriyorsunuz, ürün üretiliyor, içinizin rahat olması lazım, gönderiyorsunuz, bakıyorsunuz ki izin verilenden öyle birkaç kat fazla değil, bin kat fazla çıkıyor değerler. Dolayısıyla orada da anladık ki, Türkiye’de çok ciddi bir tarım ilacı sorunu var. Yoksa ben Türkiye’deki tarım ilaçlarının analiz sonuçlarını bilmiyorum. Bakanlık sağolsun bugüne kadar hiçbir açıklama yapmadı, yapmıyor.

- Bakan Mehdi Eker, “Artık firma ismi de açıklıyoruz” dedi ama...

Hayır, açıklanmıyor.

- Anlıyamıyorum, bu konu doğrudan halkın sağlığını ilgilendiriyor. Kimler o üreticiler açıklanmalı ki biz de bilelim ve ona göre satın alalım. Üretici de böylece daha vicdanlı ve sağlıklı üretim yapmaya teşvik edilmiş olsun. Bunun mutlaka cezasının olması lazım. Yoksa isteyen istediğini yapar. Görüyoruz, yapıyorlar da zaten...

Kesinlikle doğru. En son süt olayında gördük işte, Bakanımız dedi ki, “Sütlerin bazılarında kanser ve siroza yol açan aflatoksin ve antibiyotik kalıntısı var.” Sonuçta, o süt üreticilerinin isimlerini de biz öğrenemedik...

- Tıpkı bugün tarım ilacını fazla kullanan üreticilerin isimlerini öğrenemediğimiz gibi...

Evet. Sürekli aynı konuyu dile getiriyoruz, “Tarım ilaçları önemli, aman dikkat edin!” diye... Ama bir şey olmuyor... Bakın, iki tür tarım ilacı var. Bunlardan biri böcek ilacı sınıfı, haşerelere karşı, pestisitler. Öbürü de herbisitler, ot ilacı. Ana sorun ilacın doğru kullanılmaması. Ama ikinci bir sorun daha var; ot ilaçlarını gerekli gereksiz her yerde kullanmak gibi çiftçinin bir eğilimi oluşmuş. Çünkü siz bu ilacı attığınız zaman orada artık ot bitmiyor. Çiftçi portakal yetiştirecek. Portakal bahçesine ot ilacı atıyor. O ot ilacı, sistemik ilaç, yani bitkinin bünyesine geçiyor. Bitkinin bünyesine geçtiği zaman hassas olan bitkiyi öldürüyor. Bu ilaçlar çiftçiler arasında “Ot yakan ilaçlar” diye biliniyor... Otları yakıyor, portakal bu ilaçtan etkilenmese bile bünyesine alıyor. Sorun o... Üstelik ihracat için üretilen ürünlerdeki tarım ilaçları yine ehven-i şer oranda. Çünkü daha Bulgaristan sınırında denetime tabi tutuluyor TIR’lar. Denetimden geçemezlerse Türkiye’ye geri yollanıyorlar. Dolayısıyla onların kuralına uymasa da bu ürünler, burada doğrudan iç pazara verilen ürüne oranla çok daha az tarım ilacı içeriyorlar. Bizim iç pazara verilen ürünler ise bir felaket. Ben size ağır örneği söyleyeyim; geçen sene Adana’dan aradılar, bir kanser ilacına ihtiyaç varmış. Bir hormon bu. Gönderdik, birkaç ay sonra haberi geldi. Meğer bu ilacı hastada değil, ağaçlarda kullanıyorlarmış. Eritip limonlara kökten veriyorlarmış. Çünkü bu hormon olgunlaşmayı durduruyor, limonun da olgunlaşmasını durduruyormuş.

- Niye durduruyor ki çiftçi limonun olgunlaşmasını?

Çiftçi limonu alacak simsarı beklerken, limon ağaçta daha fazla olgunlaşmasın diye... Tarım ilacının kullanımı bu boyuta geldiği zaman olayın şekli de değişiyor. Çiftçi diyor ki, “On dönüm bahçem var benim. Ama bunun hepsinin aynı anda olgunlaşmasını istemiyorum. Bazı ilaçlar var, bunları atıyorum, ürünün olgunlaşmasını durdurabiliyorum.” Dolayısıyla çiftçi dönüm dönüm toplayabiliyor ürünü. İyi de, bir şeyin olgunlaşmasını ilaçla durdurduğunuz zaman bunun içinde illa ki bir kalıntı kalır. O kalıntı insanda da olgunlaşmayı durdurucu bir etki yapar. Ne olur, spermler olgunlaşamaz, yumurta olgunlaşamaz. Dolayısıyla bir üreme sorunu, kısırlık ortaya çıkar. Yani biz hastalıkları kendi ellerimizle yaratıyoruz! Sadece o da değil... Şu sıralar inanılmaz bir şekilde kanser vakaları patladı. Biz prostat kanserini kesinlikle 60 yaşın üzeri bilirken, şimdi 40 yaşında da prostat kanserleri var. Meme kanseri olağanüstü arttı. Bundan 15 yıl önce 25 yaşında meme kanseri olmaz diyorduk, şimdi çok fazla var 25 yaşında meme kanseri. Hatta 22-23 yaşında bile gördüm...

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder